15 Kasım 2008 Cumartesi

martı

bir martı gibi yaşamak gerek.gökyüzünde,beyaz kanatlarını açarak süzülmek-kıyıdan fazla uzaklaşmadan.-ki janathan buna istisnadır.o da sonsuzluğa kanat çırpmıştır;bütün ihtişamı ve vakarıyla.-farklı uçabilmek...kim istememiştir ki bunu?ben de janathan olduğumu düşünür ve farklı uçacağım,sizlerin çıkamayacağımız kadar yükseklere çıkacağım diyerek dolaşır,diğer mahlukat-ı beşere tepeden bakardım.ama bana kimse demedi ki,o kadar yükseğe çıkarsan senin aerodinamik yapın buna müsade etmez,kırılır kolun kanadın,lap diye yere yapışırsın.kendi tanı önce.antreman felan yap,ne bilim bir hcaya git,okun vs...hoş deselerde farketmezdi ya.sonuçta ben bütün bunlara bir noktada hazırdım.kolumun-kanadımın kırılmasına,aerodimik v. fizik kurulları ve fıtratımın buna uygun olmamasına.biliyordum bir martı olarak kartal gibi semanın tepelerine ulaşamayacağımı...ama o büyük güneş ülkesi vardı ya,hani bir noktadan sonra sadece cesur martıların ulaşabileceği.başkalarının ne dediğini umursamayacak ve güneş ülkesine gitmek için çalışacaktım.benden önce bunu denemiş ve güneş ülkesine ulaşmış martılarla aynı masada şarap içip ekmek yiyecektim...

şimdi-ben mi başarısız oldum,yoksa güneş ülkesi mi yok?hayal kırıklıklarımımın toplamını mı yaşayacağım ya da hayal kırıklığına uğratıldığımı düşünüp,suçu başkalarına atarak mı avunacağım?hani çok istersen olurdu herşey?umudu hiç yitirmemek lazımdı...kırık kanatla ölümü beklemek,uçamayacağımı bilmekten kolay.artık gökyüzünde süzülerek denizlerin üzerinde balık aramak yok.dalgalarla sevişmek yok.rüzgarın dinginliğinde avaz avaz bağırarak özgürlüğe doğru yol almak yok.bir kayalıkta ölümümü bekliyorum.bu kadar...güneş ülkesi diye avuttuğum ruhumun ıstıraplarıyla baş başa.farklı uçacağım diye uçamaz olmanın hicranıyla geçen günlerime göz yaşları arasından bakacağım.oysa ne çok isterdim,çıktığım yükseklikten tutunamayıp yere düşerken ölmeyi.gökten ölü bir martı olarak düşmeyi.belki yaram iyileşir-istersem.ama yeni başlangıçlara gücüm kaldı mı ki?

yaşamın neresinden dönülse kardır.artık bir tutunamayan olarak,yapabileceğim en erdemli davranış bu.

6 Kasım 2008 Perşembe

terk edilme üzerine

dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyorum;çıkmaz sokaklar...intihar dürtüsü-yalnızlık manifstosu...hayat ne menem birşeymiş ki,hala anlamaya çalışarak ve anlamamanın verdiği acıyı anlamdırmaya çalışarak sürüklemekteyim bu bedeni.geçtiğim yollara bakıyorum bu aralar,sık sık.nerden nereye gelmişim.geçen gün birisi,"sen olgunlaştın.buraya ilk geldiğinde daha çocuktun."dedi.al sana bir iç hesaplaşma sebebi.ben hiç büyüdüğümü düşünmezken,büyümemeye çalışırken-nerden çıktı şimdi bu...eğer büyüseydim,yeni başlangıçlara korkarmıydım.çoktan terki diyar eylerdim bu toprakları.ama ciğerci önünde bekleyen kedi gibi,bir kırıntı bekliyorum burada-eski aşklarımdan.olur da bir gün dönerler diye.olgunlaşmakta nasıl birşey-ayrı konu.ben kabak mıyım a canım?hayatı biraz daha tevekkülle karşılıyorsam,daha az konuşmaya çalışıyorsam-ki başardığımı düşünmüyorum-,daha az gülüyorsam;bu ne büyümektir ne de olgunlaşmak.sadece,yılgınlıktır-koca bir yılgınlık.hayat yormuş demek ki beni,sessizleştirmiş,maltorozlaştırmış...

yalnız kalmayı sevmiyorum artık.geçmiş daha çok hatırlatıyor kendini.yenilgilerim,yılgınlıklarım,kalbimin kırıkları...oysa ben böyle bir hayat tasarlamamıştım ki-şimdi niye böyle bir hayat yaşıyorum.öldüm ve yeniden doğdum-isa'ya inat-.ne kadar çok rol yüklenmişim.sadık bir oğul,iyi bir kardeş,hatır şinas bir arkadaş,boş bir öğretmen,anlayışlı bir dost,olgun bir birey(?)!!!,terk edilmiş bir sevgili...ben hangisiyim?neden bütün rolleri sırası ile oynamak zorundayım?sık sık karıştırıyorum artık rollerimi.statü desen-yerin de yeller eseli yıllar oluyor.bir mart günü kaybettim herşeyimi...gün/eş gönlüme...

31 Ekim 2008 Cuma

yasaklar

nedir bu yasaklardan çektiğimiz diye bir giriş yapmak, yanlış bir giriş olur bu yazıya-zira biz bilmediklerimizden korkan bir milletiz.bakınız;tanrı korkusu,polis korkusu,asker korkusu,devlet korkusu...liste uzar gider-ve trajı komik olarak buna internet korkusu da eklenmiş durumda.

adam evine internet bağlatmaktan korkar.savunma olarakta "çocukların var.ya uygunsuz sitelere girerse?" der.çocuklarını alıp doğruyu-yanlışı konuşayım demez.sanki o çocuk marsta yaşıyodur ve olup bitenden habersizdir.istedikten sonra başka şartlarla da aynı siteleri ziyaret etmesi içten bile değildir.sonra,aile şifresi denilen şeyi duymamıştır ama kaka siteleri duymuştur nedense...yine bunlara münferit vakaa der geçersin de;şu site yasaklama,yayın durdurma cezalarına ne demeli.yasaklamak çözüm mü?youtube yasaklandı da ne oldu.birçok sayfadan yine giriliyor.blog sitelerini yasakladılar-hoş yasak kalmış durumda ya,bu da ayrı çelişki.tükürdüğünü yalama denir buna.adamın biri kanuna aykırı davranmışsa benim suçum ne?dedemin işlediği cinayetin cezasını benim çekmem gibi saçma sapan bir iş.hoş burada -eğer varsa- suçu işleyeni tanımam da.benim sayfamın suçu ne?neresinden tutsanız elinizde kalıyor.ama bu durumu yadırgamıyorum.dedim ya;insan,korkuğu şeylerden kaçar.ve kaçtıkça,o görmediği için,tüm sorunlar çözümlenmiş gibi olur.

blog yasağı konusunda bulunan mazerette çok ilginç gelmişti bana.efendim,telekomun alt yapısı buna uygun değilmiş.yasaklı sayfayı ya da youtube olduğu gibi klibi yayından kaldıramıyormuş da topyekün çözüm buluyormuş.bu ne saçmalık böyle.satmadınız mı telekomu adamlara,üç otuz paraya.bunun için miydi?bize alt yapı hizmeti sunmak,onlar için telefon faturalarına her ay düzenli olarak yapılan zam mı demek?siz,devlet kuruluşu olan telekomu satarken yaptığınız anlaşma ne biçim bir anlaşma...sövesim geliyor.zaten faşist bir devlet burası.bırakın bari elimizde kalan tek özgürlüğümüzü-istediğimiz gibi kullanalımkormayım canım-85 yıldır olduğu gibi durur devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü!!!

21 Ekim 2008 Salı

gece yarısına doğru eski güncem üstüne

saat 1:30.teorik olarak yeni bir güne girmiş bulunyoruz.ben sabah olmadan yeni bir güne giremeyenlerdenim.bu gece,bu günün gecesimi,yoksa -teorik olarak- dünün gecesi mi?bu günün gecesiyse eğer,bir gün az yaşamış olacağım,zira ben akşam üstü doğmuşum.hoş,gecenin hangi güne ait olduğunun da bir önemi yok artık.sabah olunca alışkanlıklara koşacağım.dört bir yanım rutin işler ve salak salak ortada dolanan kişilerle dolu olacak.herşeyi bırakıp balıkçı olasım geliyor.sonra, denizleri de kuruttuk,balık bırakmadık,aç kalırım diyorum.15 yıl öncesine kadar karadenizde 26 çeşit balık varken,bu sayı günümüzde 6 çeşit balığa kadar düştü.yine karadenizde 30 yıl önce denizin 60-65 kulaç dibi görünürken bugün sadece 10-12 kulaca kadar düştü.ne mutlu bize!başarımızla ne kadar övünsek azdır.matrixte,ajan smitin dediği kadar varız."girdiğimiz her ortamı kurutan virüsler..."kirletmeyi,bu kadar hızlı kirletmeyi nasıl başarıyoruz?-bu kadar didaktik bir giriş olmasını istemezdim,insanoğlu denen mahlukatın kuşaklar boyu bana akatardığı genler sorumlu...-

pazar günü,eski günlüğümün cenaze töreninde gayet mutluydum.handiyse zil takıp oynayacaktım.bir ölünün arkasından bu kadar mı sevinilir?köyün zalim ağasından kurtulan yarı aç,yarı tok biçare köylüler gibiydim.yanımda bulunan eleman,"sarhoş oldun,delirdin" vs. dediyse de pek aldırmadım.doğru biraz şarap ve tatlı rüzgar yordu beni ama mutluydum ya...her güzel rüya,uyanınca bitmez mi?uyanma vakti gelmişti,ayrı dünyanın insanlarıydık.o sayfalarda ismi geçen aşklar artık yok.tekrar tekrar okuyup iç çekmenin,yaşanmış güzel günleri ve kalbimi kanatan acıları anmanın manası yok.yaşadıkça,beni gıdıklayacaktı;ve sayfalarını karıştırmak zorunda kalacaktım.gözden uzak bir yere koysamda,o hep gözümün önünde olacaktı.kişisel tarihimden karneme yansıyan kırık notlarla övünmenin,ruhsal sağlığım açısından bir getirisi olmasa gerek."vay be!ne salakmışım.kimler için sevinmiş,kimler için üzülmüşüm.ne güzel mavi düşler kurmuş,karalara bürünmüşüm."bunları demek için salak bir deftere ihtiyacım yok.hepsi -ne kadar ket vurmaya çalışsam da-zihnimin kıvrımlarında dolanıyor.kolay değildi-doğru.son üç yılımın bilonçosu yatıyordu o sayfalarda.-ki;"o" işaret sıfatını kulanıyorum eski güncem için.artık bir yabancı-bir ölünün anısına biraz saygı göster mahir--muhasebeciler,müşterilerinin kayıtlarını göstermez.benim göstercek bir şeyimde yoktu ki,borç senetlerinden başka...hepsi gitti,ben kaldım.

yeni deftere başladım.eski defteri yakma kararı aldığım zamandan bu yana 5 ay geçti.ee!zor tabii ayrılmak.yazmak istediğim zaman içim karıncalanmaya başlıyordu.uyku tutmuyor,yerimde duramaz oluyordum.ama yazmayacaktım artık o deftere.ve zorda olsa o defterden ayrılacaktım,hatta yakıp kurtulacaktım.bir fahişenin hamama gidip yıkanması ve hidayete ermesi gibi,herşeye bir sünger çekmem lazımdı.gemileri yakma zamanı gelmişti.artık,bir fahişe değildim.zaten olamazdım da,yaşlandım-kim beni alır ki koynuna?-.tanrıya kavuşma vakti de yaklaşmakta.zorda olsa bitti.yeni başlangıçlar için biriktirdiklerim ve henüz çiziktirilmemiş sayfalarım var.-ara vermek biraz nadanlaştırmış beni ama olsun.eski pratikliğime kavuşurum elbet.-

eski günceden kurtulunca,dünya daha bir parlak geldi.güneşin sarı ışınları,dökten düşen mutluluk çubukları gibi saplanmaya başladı tenime.çam ağaçlarının kokusunu,toprak kokusu,şarap kokusu...hiç konuşmadığım,konuşmak istemediğim insanlarla bile konuşmaya başladım.onlar beni bu halime kabul ediyorlarsa,ben de onları kabul edebilirim.eski güncem olsa,"iki yüzlüsün!!!" derdi bana.yeni defterim ise tevekkül diyor sadece.değiştiremeyeceğin şeylere üzülme.bir hikaye vardır,tanrı ve resulleri ile ilgili-sebahhatin alinin bir kitabında okumuştum-."tanrı peygamberlerini toplamış ve sormuş her birine sırayla:hayat nedir?ey!sevgili kullarım.musa demiş ki:arş-ı alaya ulaşamktır.ey!yüce tantım.isa:sana tokat atana öbür yanağını da çevirmektir.ey!yüce tanrım demiş.buda:derin bir meditasyondur.yerlerin ve göklerin yaratıcısı demiş.sıra muhammede gelince,o gayet sakin ve soğuk kanlı olarak:hayat,onu olduğu gibi kabul etmektir,ne bir eksik ne bir fazla.bize sunulanın değerini bilmektir.demiş...-yeni günceme ilk yazdığım metin--uzun süre bu hikaye ışığım olacak galiba-sonuçta,kabul etmek dışında ne kalıyor ki,hayatın sunduklarını...akan gözyaşaları,gözyaşı pınarının kuruması ve su faturalarının kabarması dışında bir getiriye haiz değil.büyüyorum galiba-kim bilir?

17 Ekim 2008 Cuma

kırık bir yaşam öyküsü

biten her gün,ölüme doğru bir adım attığımın acısı çöreklenir yüreğime.keşke bilseydim hesap fişi ne zaman verilecek...bu kadar tembel olmazdım o zaman,ertelemezdim yaşamı...zaten yarın yok mu?-ya yoksa?-varmış gibi yaşamaya çalışmaktan yoruldum.virginya wolf gibi atasım geliyor kendimi akan suya.madem bu dünya benim düşlerime uymuyor,düşlerimi de değiştiremiyorum.at kendini suya ve bitsin bu çile.

benim hayatımda dönüm noktası diye niteleyeceğim olay,oğuz atay'ı tanımamdır.o günü nefretle anarım.neden "tutunamayanlar" diye kitabın varlığından haberdar oldum?selim ışık'a öykünerek yaşamaya başlamak neden?o isyanını kendini insanlarına kurban ederek dile getirmişti.isa gibi."etim ve kanım siz aptal fanilere yol göstersin-ben varlığımı sizin kurtuluşunuz için feda ediyorum necip milletim."zor olan ölüm değil bunu anlıyorum,karar verebilmek ölmeye.ben zaten neyi sonuna kadar götürebildim ki?tüm başlangıçlarım,"devrim" arabasının sonu gibi oldu.yola çıktıktan 100 metre sonra benzinim bitti ve benimle birlikte herkesi yolda bıraktım.ne mutlu...bir kış günü,gün ile akşamın bulaşma vakti,vitrinden yansıyan puslu siluetimle karşılaşmak istemiyorum.ve kış geliyor yine.gün ile akşamın kavuşma vaktinde dışarı çıkamıyorum.hele hafif bir de çise varsa kahroluyorum.tüm terk edilişlerim geliyor aklıma.hiç tanımadığım kişilere mektup yazmaya başlıyorum.isimler bile önemli değil.yalnızca adresler var zihnimde...sonra...yarım kalıyor-tüm başlangıçlarım gibi.selim gibi en büyük eserimi kendimi feda ederek yazacağım.neden kötü olmayı öğretmediler bize?"iyi insan olmak,çok iyi birşey..."ben iyi de olamıyorum ki.arafta kalan ruhlar gibi...

ilkokula giderken,okulumuzla deniz arasında şehirler arası yol vardı.sınıfımdan denizi izlerdim.okuldan kaçıp balık tutmaya giderdim.martıların eşlik ettiği tekneleri izlemek,kabaran dalgaların dövdüğü kumsalarda ıslanmadan yürümeye çalışmak,kara kışa aldırmadan çıplak ayaklarla kayalarda dolaşmak...aniden vuran dalgayla ıslanmak ve annemin korkusundan üstüm kuruyana kadar eve gidememek...hayatımın en güzel günleriymiş meğer.büyüdükçe çirkinleştim.şimdi denize hasret,martılara hasret,sana hasret,düşlerim kısırlaşmış bekliyorum.yaşamaya gücü olmayanın intihara cesareti olabilir mi ki?salak bir ömür sürmek dışında başka bir seçenek bırakmıyorum kendime.

15 Ekim 2008 Çarşamba

ölesine

eski günlüğümü kapattım.yazmayacağım artık o deftere.yeni bir deftere başladım.yakma vakti geldi...bir ayin düzenlemem lazım-sonuçta acılar kayıtlıdır o sayfalarda da...yalnız olmak yalnız kalmak değildir.yalnız olduğunu dahi söleyecek kimsenin olmamasıdır.benim defterim vardı.ömrü doldu.şimdi makbul bir cenaze töreni yapmak dışında ne gelir ki elden?

yeni deftere başladığımda umutla dolduğumu düşünürüm-ki böle değildir ama böle düşünmek mutlu eder beni-.bakalım ne kadar iğrençleşebileceğim.bu defter gösterecek.her sayfası kişisel tarihimde aldığım kırık notlarla mı bezenecek, yoksa geçer not alabilecek miyim?-orta çok zor...-

bitmez yaşananlar;sadece şekil değiştirir.yeni bi isim altında yeniden başlar-biraz daha yaralanmak için sen de salak gibi beklersin yeni başlangıçları.ama kuzum, hani her son bi umuttu.aşille kaplumbağa hikayesine dönecek bu yazı.bi cevabı olmayan saçma sapan bişey.-şimdi hikaye deyince bile batı kültüründen esintiler geliyo aklıma.ne çok saçmalıkla doldurmışlar beynimi,muassır medeniyete ulaşacağız diye...doğuda aşil adında insan şekline bürünmüş mahlukata raslanır mı ki?-aşil cuma namazına giderken yolda kaplumbaya rasladı...:)-
ben zaten tanımam gerekenleri tanıdığımda çok geç olmuştu.trafiğe yanlış şeritten dalan acemi şöfer gibi-doğru şeride geçtim ama cezayı yemiştim çoktan.ardımda bıraktığım gürültü de çabası...-halbuki güzel konuşma ve yazma dersi bile almıştım.bunun için mi?içimde yengeç kıskaçlarını takırdatıyo ve o sırıtış...tamam anladım,yetenek...-sonuçta:

"sevdalar kanatlanıp uçarlar
sevdalar ölmez göklerde yaşarlar"

not1:dizeler murat yılmazyıldırım'a aittir.
not2:pazar günü öğle namazına mütakip kretoryumda cenaze töreni vardır.tüm dostlar davetlidir.şarapla gelmeleri önemle duyrulur.

12 Ekim 2008 Pazar

lale devri

lale devri 1718 pasarofça antlaşması ile başlayıp,1730 patrona halil isyanı ile sona eren devirdir.bu bilgi,bütün orta okul kitaplarında yer alır.yine zevk ve eğlencenin hakim olduğu ve bir çok yeniliğin yapıldığı da yine orta okul kitaplarında geçmektedir.ve bir çoğumuzun lale devri hakkında ki bilgisi de bundan öteye geçmemektedir.bu dönem ismini yetiştirilen lale çiçeğinden almaktadır.burası açık.ama lale "çılgınlığını"-ki böyle demekte sakınca görmüyorum-daha iyi anlatmak için şu örnek iyi olacaktır.yabancı devletlerden getirilen ve "mahbud" denilen lale çeşidinin soğanları 500 altna kadar satıldığı bilinmektedir.

oysa lale devrine;uzun süren avusturya,venedik ve iran ile yaptığı savaşlardan yorgun ve bir çoğundan da yenik çıkmış bir devletin dinlenme ve rehabilitasyon dönemi olarak bakılmalıdır.zira uzun süren savaşlardan alınan yenilgiler,artık yenileşmenin kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkarmıştır.1718 yılında avusturya ile imzalanan pasarofça antlaşması,osmanlı devleti'nin,avrupa karşısında gerilediğinin ve teslimiyete doğru giden yolun açıldığının belgesidir.uzun süren savaşların yarattığı korku ve yılgınlığın halka unutturulmaya çalışıldığı-bir noktada da osmanlı entelejansıyasının elindekileri korumaya çalıştığı dönem olarak bakılabilinir.şatafatlı düğün ve sünnet merasimleri,kır,deniz ve helva merasimleri düzenlenmektedir.dönemin en popüler mekanları Sâdâbâd, Şerefâbâd Bağ-ı Ferah, Emnâbâd, Hüsrevâbâd, Hümâyûnabâd, Kasr-ı Süreyya, Vezirbahçesi köşklerine, Tersâne Bahçesi, Çırağan Bahçesi, Beşiktaş yalılarıdır.padişah başta olmak üzere devletin ileri gelenleri bu mekanlara gitmektedir.sadece istanbul'da değil neredeyse bütün memlekette köşk,cami,bahçe,çeşme,imarethane vb. yapılar yapılmaya başlanmıştır.bu yapıların çini ihtiyaçını karşılamak için istanbul'da bir çini fabrikası açılmıştır.avrupaya eçiler gönderilmiştir.bu elçilerden en önemlilerinden birisi de fransaya giden yirmisekiz çelebi mehmet efendir. oğlu sait efendi burada kumaş fabrikasını gezmiş ve matbaayı incelemiştir.ve ülkeye dönüşünde ibrahim müteferrika ile birlikte 1827 yılında matbaayı kurmuştur.yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir husus var.matbaa osmanlıya lale devrinden çok önce gelmiştir.musevilerin,ermenilerin,rumların matbaayı lale devrinden önce osmanlıda kullandıkları bilinmemektedir.lale devrinde getirilen matbaa,müslüman ahalinin ilk matbaasıdır.peki matbaa gelince "hattat"lara ne olcaktı?şeyh'ül-islam abdullah efendinin fetvası ile matbaada dini kitapların basılması engellenmiştir.bu durumu matbaanın müslüman ahaliye geç gelişi gibi bir yobazlıkla açıklamaktan ziyade,sayıları 90 bini bulduğu bilinen "hattat" sınıfını koruma çabası olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.zira zaman içinde hattatların bir kısmı matbaada tab işlerinde musahhilik yapmaya başlamıştır.bu sayede denge sağlanmaya başlanmış ve dini eserlerinde basımına geçilmiştir.matbaanın ve hattatların kağıt ihtiyacını karşılamak için de istanbul'da bir kağıt fabrikası kurulmuştur.kütüphaneler kurulmuş,arapça,arsça ve yunancadan tecümeler yapılmış,sanat ve ilim faaliyetleri gelişmiş.itfaiye bölüğünün kurulması gibi bir çok yenilik yapılmıştır.bunları zaten,yukarıda da belirttiğim gibi,orta okul kitaplarından da öğrenebilirsiniz.

bu dönemi en iyi nedim'in şu mısraları anlatmaktadır:

"Bu şehr-i Stanbul ki, bî-misl ü behâdır,
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır,
Bâzâr-i hüner ma’den-i ilm ü ülemâdır."

iran meslesi,zevk ve eğlence içeren toplantılar ,yapılan yeniliklerin halka anlatılamamsı gibi sebepler ve en önemlisi de ordudaki gerilemeyi önlemek yapılmak istenenler yeniçerilerin tepkisine yol açmıştır.sultan 3. ahmet sefer hazırlığı içerisindeyken,"halil" ismindeki bir hamam tellağının başlattığı isyan patlak vermiştir.-halil önce yeniçeri yapılmış,sonrada patrona-şimdiki genarel gibi bir rütbe- rütbesi verilmiştir.yine isyanı dönemin sadrazamı nevşehirli damat ibrahim paşayı çekemeyen devlet adamlarını çıkardığı,yenileşmeyi istemeyen yeniçerilerin ve ulema sınıfının da desteklediği bilinmektedir.sonuçta sadrazam ve ailesi öldürülmüştür.padişahın 3. ahmet tahtan indirilmiş yerine 1. mahmut tahta çıkarılmıştır.

bu dönem,osmanlının çöküşünü engellemek için yapılan yenilikleri içersede,hakltan kopuk olması ve gittikçe derebeyleşen osmanlı düzeni içerisinde güç sınıflarının savaşına malzeme olması dışında halka pek katkısı olmamıştır.konuşulan dil ile sarayın kullandığı dilin farkı bu durumu anlatan en güzel örnektir.bu arada nedim'e ne olduğunu merak edenlere cevap:isyan başladığında bir köşkte eğencede bulunan nedim,kaçarken dama çıkmış ve damdan dama atlarken düşüp ölmüştür.